Sayfalar

17 Şubat 2012 Cuma

Gap Turu 2.bölüm / Ekim 2004

Merhabalar,
Hmmm uzunca bir ara vermişim yazmaya...  İşle ilgili keyifli bir koşturmaca içerisindeydik Ocak ayında.. Şubat ayında ise itiraf ediyorum ben tembellik ettim. :)
En son nerede kalmıştık?... Güneydoğu Anadolu Turu'ndaydım ve uzuuun bir günün sonunda Mersin'de uykuya dalmıştım. :)
Ertesi gün grup saatleri sabah 07.00 kalkış, 08.00 hareket olarak belirlendi.
Tabii ben Mersin merkeze gelmişim, şehrin havasını koklamadan olur mu hiç?  Biraz daha erken kalkıp, kahvaltımı ettikten sonra dooğru sokaklara vurdum kendimi.  Bir saat kadar dolaşmışımdır herhalde. İşte ilk kez o zaman anladım tek başına gezmenin de ayrı bir keyfi olduğunu.
Zaten tüm yolculuk boyunca, otobüsü en önce terkedip, en son gelen oldum hep. Son dakikaya kadar, her yerin tadına varmaya çalıştım, köşelere çekilip manzaralara daldım...
Aaah aahhh çok romantik oldum birden... :)))

Saat 08.00 hareketle Antakya Mozaik Müzesi'ne doğru yola koyulduk.
Ben tam bir tarih hastası olduğumdan, müzede büyülendim adeta. Her bir mozaiğin ayrı ayrı mitolojik hikayelerini dinlemek ve onları çıkarılmış oldukları gerçek mekanlarda hayal etmek... Ah bir de bu bilgiler aklımda kalsa muhteşem olacaktı ama insanın her istediği olmuyor işte... :)

Antakya yöresinde bilimsel kazı çalışmaları 1932 yılında başlamış ve Mozaik Müzesi 1948 yılında ziyarete açılmış. Müzede Hitit, Helenistik ,Roma ve Bizans dönemlerine ait, Harbiye, Antakya, Atçana , Seleukeia  Pieria ve İskenderun’da bulunmuş eserler sergileniyor. Ayrıca Antakya Mozaik Müzesi mozaik koleksiyonlarının zenginliği yönünden dünyada ikinci sırada yer alıyor.




Müze dünyada ikinci sırada olunca, gezmek de uzun sürüyor tabii... Çıktığımızda bir hayli acıkmıştık artık, ve öğlen yemeğimizi yemek üzere Harbiye Şelale'ye gittik.
Allahım tam bir ziyafet.. O mezelere ölürüm ben.. Akşam yemeğine istediğin yere gideceğiz sen seç deseniz, valla üşenmem İstanbul'dan ya Antep'e ya da Antakya'ya gidelim derim :)) Oruk, muhammara, zahter salatası, humus... oy oy oy künefe... :) Hepsi birer dünya harikası.. :)

Hmmm yine yemeklere dalmışım ve Harbiye hakkında bir cümle dahi kurmamışım..
Hemen anlatayım... Harbiye Antakya şehir merkezine 7km. uzaklıkta, küçüklü büyüklü şelalelerin bulunduğu yemyeşil bir gezi bölgesi.
Burası turistik bir yer olduğu için Antakya'ya özel defne sabunlarını, ipekli aksesuarları burada bulmak mümkün.. Ama tabii konu ben olunca, bunların yanında 3 adet kaval ve 1 adet sapanı da attım bavuluma... :) Sebep? Olay şöyle gelişti.. Baktım bir kenarda yaşlı bir amca bir yandan kaval, bir yandan sapan yapıyor. Amcayı çok sevdim. El emeği, göz nuru.. valla ne yapsa alacaktım zaten :) sonra neden bilmem Seçil'in ve annemin de isteyeceğini düşündüm..
İnanın nerden böyle bir düşünceye vardığımı gerçekten bilmiyorum; zira acı gerçeği eve döndüğümde ikisinin de gözlerinde gördüm. Hatta annem iki kelimeyle son noktayı koydu duruma "Manyak çocuk" :)



Öğlen yemeğinin ardından Saint Pierre Klisesi ziyareti.
Hristiyanlığın en eski kliselerinden biri olarak kabul edilen Saint Pierre Klisesi, Stauris Dağı'nın batısında  kayalara oyulmuş, 13 metre derinliğinde, 9,5 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde bir mağaradan oluşuyor. Antakya'da ilk Hristiyanların gizli toplantılarını yapabilmek için kullandıkları mağarada, baskınlar sırasında kaçabilmeleri için dağa açılan bir de tünel bulunmakta.




Aziz Petrus'un ilk kez vaaz verdiği yerin burası olduğuna inanılıyor ve Aziz Petrus'un ilk Papa olarak kabul edilmesi nedeniyle, Katolik inancının dünyaya yayılmasında önemli bir merkez konumunda. Kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte,  Roma'nın Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinden sonra yapılan eklemelerle klise formunu kazanıyor.

Saint Pierre Klisesi ziyaretinden sonra Antakya'dan vakitlice ayrıldık çünkü Adıyaman'a kadar yaklaşık 5 saat sürecek uzuuun bir yol bizi bekliyordu. Çok keyifli bir yolculuk sonrası otelimize yerleştik.. Çok keyifliydi çünkü az kişi olduğumuz için hepimiz samimiyeti ilerletmiştik artık. Semra Teyzem, Hüseyin Amcam, Esma Teyzem, Ahmet Amcam, Vuslat, Cumhur, Onur, Bülent, Yasin, Enver Kaptan, Selim Kaptan... Sohbet, muhabbet.. Yol nasıl geçti anlamadık..

Akşamı Adıyaman merkezde dolaşarak geçirdik.


Ertesi sabah kahvaltı sonrası biraz serbest zamanımız vardı. Bir grup Adıyaman'ı gezmek için tekrar merkeze indik. İlk durak Süryani Kadim (Süryani Ortodoks) Mor Petrus ve Mor Pavlus Klisesi.








Ardından Adıyaman Ulu Cami ve sonrasında Adıyaman müzesi... Aslında günlerden pazartesi olduğu için müze kapalıydı ama sağolsun müdür bey bizi kırmadı ve gezmemize imkan sağladı. Böylece gezilecek her yeri görmüş olmanın verdiği mutlulukla, yüzlerimiz gülerek otelimize geri döndük.. :))



Öğlen 12.00'de Kahta'ya doğru minibüslerle yolculuk başladı. Ne kadar heyecanlı olduğumu anlatamam.. Yıllardır beklediğim günlerden biri de Nemrut'u göreceğim bugündü çünkü :)

Fırat Irmağı'nın orta kısmının iki yanında kalan ve günümüzde Nemrut Dağı Milli Parkı olarak adlandırılan bu bölge, Roma döneminde Kommagene olarak anılıyordu ve I.Mithrades zamanında bölgede bağımsız bir krallık kurulmuştu.
Kommagene Krallığı I. Mithrades'in oğlu I. Antiochos zamanında (MÖ 62 - MÖ 32) önem kazandı ancak MS.72 yılında Roma'ya karşı yapılan ve kaybedilen savaş ile krallığın bağımsızlığı sona erdi.

Nemrut Dağı Milli Parkı içerisinde, Antiochos'a ait tümülüs ve dev heykellerin yanı sıra, Eski Kale, Yeni Kale, Karakuş Tümülüsü ve Cendere Köprüsü de bulunuyor.
Eski Kale'yi daha sonraki Güneydoğu Anadolu gezilerimde görme fırsatım oldu ancak bu turda uğrayamamıştık :(

İlk durağımız Karakuş Tümülüsü.. Hemen araştırdığım bilgileri aktarayım sizlere.. Hmmm yanlış anlaşılmasın, Nemrut'u gezerken de rehberimiz yine Onur'du ve tabii ki susmadı. Sorun onda değil bende. Hatırlayamıyorum detayları.
Karakuş Tümülüsü, Milli Parkın güneybatısında Adıyaman-Kahta girişinde bulunuyor. Kommagene Kralı II. Mithradates tarafından annesi İsas adına yaptırılan anıt mezar, sütun üzerindeki kartal nedeniyle Karakuş Tümülüsü olarak anılıyor. (Aaaa valla buraya kadar olan bilgileri hatırlıyormuşum. Haksızlık etmişim kendime... :) ) Zamanında, doğu, batı ve güney yönlerde dörder sütun varken günümüze sadece doğuda iki, batıda ve güneyde birer sütun kalmış. Doğu sütunun üzerinde aslan ve kartal heykel kalıntıları, batıdaki sütunun üzerinde ise tokalaşma steli ve yerde aslan heykel parçası var.

Karakuş Tümülüsü. Kartallı Sütun.

Karakuş Tümülüsü doğu sütunları.

Karakuş Tümülüsü kuzeybatı sütunu.



Onur'u dikkatlice dinleyip, fotoğraflarımızı da çektikten sonra uslu uslu minibüsümüze döndük ama minibüste rahat durmadık.. Onur koydu "Nemrudun Kızı" türküsünü, oooohhh bağıra çağıra söylüyoruz hepimiz...

Şimdi de Cendere Köprüsü'ndeyiz. Bilgiler şöyle:

Cendere Suyu olarak bilinen Chabinas'ın en dar yerinde kurulmuş olan, 7 metre genişliğinde ve 120 metre uzunluğundaki köprüdür. 92 iri kesme taştan yapılmış bir büyük kemer ve doğu tarafında bulunan küçük bir kemerden oluşur. MS 198/200 yıllarında, Samsat'ta karargah kuran XVI. Roma Lejyonu tarafından inşa edilen köprünün giriş ve çıkışında sütunlar bulunmaktadır.
Köprü ve yapımı hakkında bilgiler içeren kitabelerden, köprünün Roma hükümdarı Septumus Severus ve askerlerin anası olarak anılan eşi Julia Domna adına yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Ancak mutlaka bir ekleme yapmam gerekiyor. Köprü 1951 ve 1997 yıllarında restorasyon görmüş ve maalesef restore edilen yerler o kadar belli ve yapay ki.. insanın görünce içi acıyor..
Ancak yine şunu da belirtmeliyim ki, yakın zamanda hemen yanına karayolları tarafından yapılan yeni köprü trafiğe açılana kadar, Cendere Köprüsü yaklaşık 1800 yıl boyunca dimdik ayakta kalmış ve hizmet vermeye devam etmiş.

Cendere Çayı.



Sevgili Vuslat ve Cumhur...
Eeee Cendere Köprüsü'ne gelmişim, Cendere Çayı'na elimi sürmeden gider miyim ben ordan... Hemen indim aşağıya ve elimi yüzümü yıkadım çayda... Hmmm düşünmek için sanırım biraz geç kaldım ama su umarım temizdi... :))

 

Nemrudun kızıııı yandırdııı biziiiii... çarptı sillesiiniii felek misaliiii....  :)
Ve şimdiiii sıradaaaa Nemrut Dağı Antiochos Tümülüsü...



Taş merdivenlerden oluşan uzuuuuun yolu bitirirken, heyecandan kalbim hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı ve dev heykelleri gördüğümde gerçekten nefesim kesildi diyebilirim. Issız bir coğrafyada ilerledikten sonra karşınıza çıkan bu manzara inanılmaz. Filmin içerisindeyim gibi hissettim kendimi bir kez daha.. Nerede olduğumu, hangi zamanda olduğumu anlamakta zorlandım. Toprağa dokundum, tarihi hissetmeye çalıştım.
Benimle tarihi mekanları gezenler bilirler, böyle yerlerde gerçekten taşı toprağı okşamaya başlıyorum ben :) 2000 yıl öncesini hissetmeye çalışıyorum. Hatta bir sene arkeolog bir arkadaşımla konuştum, ören yerinde kazı çalışmalarında yer almak için. Ama sonrasında Ahmet ile konuştuk ve benim kazanacağım parayı haketmeyeceğime karar verdik. :) Her bulunan parçayla bir saat hayaller alemine dalsam, ooooohh hiç bir şeye katkım olmaz valla.. :)))

Gelelim bilgilere:

Dünyanın sekizinci harikası olarak anılan 2150 metre yükseklikteki hierothesion (kült merkezi) Kommagene Kralı I. Antiochos tarafından yaptırılmış.
Hierothesion (kült merkezi), I. Antiochos için yapılmış bir anıt mezar , mezarın üzerine küçük kırma taşların yığılmasıyla oluşturulmuş konik bir tümülüs ve I. Antiochos şerefine düzenlenen törenlerin yapıldığı üç terastan meydana geliyor.
Kommagene ülkesinde güneşin doğuşunu ilk gören yer olan doğu terasına, sert kayalardan oyulmuş merdivenli yollardan çıkılıyor. Doğu terası; anıt mezara sırtlarını dönmüş şekilde sıralanmış beş devasa Tanrı heykeli, bu heykellerin her iki yanında yer alan birer aslan ve kartal heykeli ile avlunun iki yanında uzanan kabartmalar ve büyük bir sunaktan oluşuyor...

Tanrı heykellerinin ilk sırasında güney uçta, kendisini tanrılarla aynı kategoride gören Antiochos yer alıyor.
İkinci heykel, krallığı simgeleyen Kommagene Tanrıçasına ait. Aslında Fortuna (talih) Tanrıçası olan Tike heykelinin, değişime uğrayarak Kommagene'yi simgelediği görülüyor.
Heykeller arasında en görkemli olan üçüncü heykel, Yunan mitolojisi baştanrısı Zeus ile Pers/Zerdüşt inanışındaki 'evrenin bilge yöneticisi' Ahura Mazda'yı özdeşleştiren,  Zeus  - Oromasdes heykeli.
Dördüncü heykel ise Apollon - Mithras - Helios - Hermes'e ait. Bu heykel Yunan Işık Tanrısı Apollon'u, Pers/Zerdüşt inancının Işık Tanrısı Mithras'ı, Yunan kültüründe Güneş Tanrısı Helios'u ve Tanrıların Ulağı Hermes'i simgelemekte.
Son heykel ise Yunan Savaş Tanrısı Ares, Pers Savaş Tanrısı Artagnes ve en güçlü ölümlü olan Herakles'i (Herkül) simgeliyor.
Tüm heykellerin baş kısımları yuvarlandıkları için gövdelerinden ayrı şekilde durmaktalar.
Doğu terasının ön kısmında yer alan büyük sunak, I. Antiochos'un kült kutlamalarıyla ilgili en görkemli törenlerin burada yapıldığını gösteriyor.

Doğu Terası Tanrı Heykelleri...

Doğu Terası Kommagene Heykeli.
Büyük Sunak Koruyucu Aslan Heykeli...

Doğu Terasından batı terasına, 80 metre uzunluktaki bir duvarın kalıntılarının ayakta kaldığı kuzey terasından geçilerek gidiliyor. Bu terasta herhangi bir heykele rastlanmadığı için, buranın kült törenlerine katılacak ziyaretçilerin toplanma yeri olarak kullanıldığı düşünülüyor.

Gün batımının izlenebildiği, batı terasında, tanrılar galerisindeki heykel sıralaması ve heykellerin arkasındaki kült yazısı bazı detaylar hariç doğu terasıyla aynı. Farklı olarak, tanrılar galerisinin kuzey ucunda, dördünde Kral Antiochos'un tanrılarla selamlaşması, diğerinde aslan figürü bulunan, kumtaşından yapılmış beş tane kabartma (rölyef) bulunuyor. Aslan horoskop olarak bilinen kabartma, 25.000 yılda bir meydana gelen astrolojik bir olayın sembolize edilmiş halini gösteriyor.
Doğu ve batı teraslarının her ikisinde de tanrı heykellerinin tahtlarını oluşturan taş blokların arkasında Grek harfleriyle yazılmış 237 satırlık uzun bir kült yazıtı bulunmakta.

Batı Terası I. Antiochos Heykeli.
Batı Terası Zeus - Oromasdes Heykeli.
Batı Terası.
Batı Terası Kabartmaları...
Bütün terasları dolaşıp fotoğraflarımızı çektikten sonra, artık güneşi batırma vaktimiz gelmişti. Hepimiz yerlerimizi aldık ve gerçekten tüm yorgunluğun üzerine güzelce gün batımı keyfi yaptık.

Keyif bende valla... :)



Sevgili Semra Teyzem ve Vuslat ile birlikte...
Ayy ne kadar gençmişim yahu... :)
Sonrasında, tümülüse ulaşımı sağlayan uzuuuuuun merdivenleri hızlıca inerek, grubu beklemek için ıssız, sakin, ay manzarasına karşı bir köşeye çekildim. Kimbilir neler geldi geçti aklımdan... Hatırlamıyorum ama çok derinlere dalmış olmalıyım ki Onur'un seslenmesiyle döndüm hayata... :)

Dönüş yolunda ekipte nasıl bir enerji varsa, minibüste şarkı söylemek yetmedi bir de halaylı klip çektik türkümüze... Nemrudun kızıı, yandırdı bizii .... :) O kadar çok eğlendik ki anlatamam...

Dönüşte yine Adıyaman'da çay ve sohbet derken odama gittiğimde saat 01.30 olmuştu.
Gözümde Tanrı heykelleri, kulağımda türkümüzle daldım uykuya.

sevgimle,
seckin.