Sayfalar

26 Aralık 2011 Pazartesi

Gap Turu 1.bölüm / Ekim 2004

Eveeettt..
Bu blogda göreceğiniz bir çok Güneydoğu Anadolu ziyaretimin ilki 2004 yılı Ekim ayındaydı.
O sene Gap Turu yapmayı kafama koymuştum zaten. Meşhur Kanlıçay yürüyüşü ile tanıştığım Ayakizleri'nin de Ekim ayına bir tur organize ettiğini duyar duymaz, adımı yazdırdım listenin en başına.
Nasıl heyecanlıyım anlatamam... Ajansa izin tarihlerimi verdim hemen.
Tanıdık bir grupla gideceğim için anneminin de içi rahat ama 10 gün ayrılmasak onun için daha iyi tabii... :) Ben ise gün sayıyorum adeta... İçime tek dert olan, Seçil'in gelemiyor oluşu. İşe yeni başladığı için henüz yıllık izni yok.
Derken Ekim ayı geldi ama Hüseyin Abi'nin maili ile birlikte... :(
Gruptan önemli bir sayı işleri nedeniyle gelemeyecekleri haberini verince, yeterli katılım oranı sağlanamadığı için gezi Nisan ayına ertelenmiş.
Bu maili okuduğum anı o kadar iyi hatırlıyorum ki. Akşam saat on civarları... Evde hepimiz oturma odasındayız. Annemle Seçil televizyon izliyorlar ve ben bilgisayarın başındayım. İçli bir şekilde ooofff çekince, noldu diye sordular. Maili sesli olarak bir kez daha okuduktan sonra annemle aramızda şu konuşmalar geçti.

- Ooooofff yaaa..
- Olsun kızım. Sağlık olsun.. Nisan'da gidersiniz... (Gitmediğim için sesinde gizli bir gülümseme var tabii. :) )
- Olmazzz..
- Nasıl olmaz???
- Ben kendimi çok hazırlamıştım bir kere..
- Eeee...
- ETS'yi arıyorum.
- ?????
Annemin şaşkın bakışları arasında, hemen telefonu aldım, call centeri aradım, gezi programını rica ettim ve ertesi gün adımı yazdırdım.
22-31 Ekim 2004/GAP TURU/ETS :)) Heeeyytt gidiyorum... kim tutar beni...

Ve cuma gecesi Kadıköy'den çıktık yola. Enver ve Selim Kaptan, rehberlerimiz Onur ve Bülent, yardımcı rehberimiz Yasin ile birlikte.
Gezimiz Ramazan ayına denk geldiği için koskoca otobüste sadece 18 kişiyiz.
Sağ tarafta en ön koltukta oturuyorum, kulağımda Livaneli şarkıları, yollardayım sonunda...

Sabah saatlerinde Toroslar göründü.. ve Toroslarla birlikte Onur aldı mikrofonu eline. Artık atıyor muydu tutuyor muydu bilinmez ama anlatıyor da anlatıyor. Yedi Uyurlar'dan girdi, Kilikya'dan çıktı. :))
Biz turistler de dikkatle dinliyoruz tabii. Şimdi aşağıda havalı havalı ben de bilgi vermeye başlayacağım ama moralinizi bozmayın sakın. Aslında her şeyi kabaca hatırlıyorum. Detaylar internetten. Sıkıntı yok. :))
Hmm  bu arada unutmadan söyleyeyim, aşağıda  göreceğiniz fotoğraflar dijital fotoğraf makinesi öncesi dönemime ait. Hatta bu fotoğrafları tab ettirmek için bir fotoğraf makinesi parası harcadıktan sonra, yeni geziye çıkmadan derhal bir dijital makine almıştım kendime.

İlk durak Adana Ulu Cami ve Külliyesi.
Ulu Cami'nin inşaatına Ramazanoğlu Halil Bey tarafından 1513 yılında başlanmış ve cami 1541 yılında Halil Bey'in oğlu Piri Mehmet Paşa tarafından yapımı tamamlanarak ibadete açılmış.
Selçuklu, Memluk ve Osmanlı mimarisine ait özelliklerin bir arada görüldüğü eser, çift renkli taşları, 16.yy çinileri ve sekizgen gövdeli mimarisi ile ünlü.
Ulu Cami Külliyesi ise Ramazanoğlu Beylerinden Piri Bey'in yaptırmış olduğu diğer eserlerle meydana gelmiş.

Adana Ulu Cami ve Külliyesi

Adana Ulu Cami ve Külliyesi

Adana Ulu Cami ve Külliyesi

Sonrasında Taşköprü, Seyhan nehri kenarında bir fotoğraf molası verdikten sonra doooğru yemek yemeye, Tarsus Şelale'sine...

Ama "Taşköprü deyip, bilgi vermeden geçemezsiniz Seçkin Hanım",  diyorsanız ki demiyorsunuzdur.. :) bilgi vereyim hemen...
Taşköprü, bir Roma dönemi eseri. İmparator Hadrian tarafından yaptırıldığı ve Justinianus döneminde ciddi şekilde onarıldığı biliniyor. Aslen 21 gözlü olan köprü, Seyhan Nehri'nin ıslah çalışmaları sırasında 7 gözünün toprak altında kalması nedeniyle günümüzde 14 kemeriyle hizmet verebiliyor.
Taşköprü 310 m. uzunluğunda, 11,40 m. genişliğinde ve Adana'nın Seyhan ve Yüreğir ilçelerini birlestirmekte.

Taşköprü
Hmm nerede kalmıştık. En son Tarsus Şelale'ye yemek yemeğe gidiyorduk.
Zaten az kişi olduğumuz için  yolculuk oldukça eğlenceli... kakara kikiri.. Keyifler yerinde.
Karnımızı iyice doyurduktan ve  yorgunluk kahvemizi de bir güzel içtikten sonra yeniden yollardayız.

Tarsus Şelalesi

Hedef şimdi de Silifke- Astım Mağarası (Dilek Mağarası) ve Cennet - Cehennem Obrukları...

Astım Mağarası birbirine bağlantılı, toplam uzunluğu 200 metreyi bulan ve her biri dev dikit ve sarkıtlarla süslü galerilerden meydana geliyor. Sıcaklık ortalaması 15 derece, nem oranı yazın %85, kışın ise %95leri buluyor. Astım hastalarına iyi geldiği söylendiği için de bir ismi Astım Mağarası. Diğer adını da dileklerin kabul olduğu inanışından almış. Hatta hatırladığım kadarıyla dar bir yerinden geçerken, dilek dileyip bir miktar çamuru mağara duvarına atmamız, yapışırsa dileğimizin kabul olacağı söylenmişti. Benim çamurum yapışmıştı ama ne dilediğimi hatırlayamadığım için deneyimin sonuçlarını sizlerle paylaşamıyorum. :)
Bu arada Astım Mağarasına ait çekilmiş fotoğrafım bulunmuyor... Nedeeen? Çünkü mağaralarda flash kullanılmıyor ve benim o dönemdeki fotoğraf makinamın maalesef flaş olmadan çekim yapabilmesi mümkün değildi... :)

Cennet ve Cehennem Obrukları bir yeraltı deresinin yolaçtığı kimyasal erozyon sonucu tavanın çökmesiyle meydana gelmişler. İki çökük arasında 80 metre mesafe bulunuyor.

Sol tarafta Cennet Çöküğü ve sağ tarafta Cehennem Çukuru...


Cehennem Çukuru'nun çapı 50 metre ve en yüksek derinliği 128 metre.

Mitolojiye göre Zeus, Astım Mağarası'nda ikamet etmekte olan yüz başlı ejderha Typhon'u buradaki bir kavgada yendikten sonra, sonsuza dek Etna Yanardağı'nın derinliklerine hapsetmeden önce bir süre Cehennem Çukuru'nda misafir ediyor :)

Cennet Çöküğü ise 250 metre uzunluğu, 110 metre genişliği ve 70 metre derinliği ile Korykos Mağaralarının en büyüğü özelleğini taşıyor. Çöküğün tabanında yer alan 260 metre uzunluğundaki mağaraya çoğunluğu antik 452 basamak merdiven ile ulaşılıyor. İniş kolay tabii ama çıkışı hayal edin bir de :)
Mağaranın girişinde M.S. 5. ya da 6. yy. ait olan küçük bir klise var. Kilise Paulus isimli dindar bir kişi tarafından Meryem Ana'ya ithafen yaptırılmış.


Meryem Ana'ya ithafen yaptırılan kilise....
Dönüş yolunda Kız Kalesi'nde fotoğraf molası... Kız Kalesi, Korykos sahil kalesinin 200 metre açığındaki küçük adacık üzerinde yer alıyor.
Dış çevre uzunluğu 192 metre olan kalenin, kuzey ve güney uçları toplam 8 kule ile korunmuş. Kız kalesi ile sahildeki kale birbirlerine denizden bir yolla bağlanmış ve böylece denizden gelecek saldırılara karşı önlem alınmış. Kale 1448 yılında Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından onarım görmüş.

Kız Kalesi

Mersin Kız Kalesi karşısında, sahil kalesi...
Fotoğraflarımızı çektikten sonra otelimize doğru yola koyulduk.
Tabii ki Onur susmuyor yine :) Kız kalesi efsanesini dinliyoruz şimdi de.
Sanki bana Kız Kulesi efsanesi ile hemen hemen aynı gibi geldi ama olsun :) Aktarayım hemen tabii...  :)))

Korykos Krallarından biri kız çocuğu olması için çok dua eder ve sonunda dileği gerçekleşir.
Bir gün kente gelen bir falcıya, kral güzeller güzeli kızının geleceğini sorar.
Prensesin eline bakınca irkilen falcı, kralın ısrarı ile  birlikte gördüklerini krala anlatır. Prensesi bir yılan sokacak ve buna kimse engel olamayacaktır.
Kral bir süre düşündükten sonra kıyıya yakın adacık üzerine bir kale yaptırmaya ve kızını buraya kapatmaya karar verir. Olan bitenden haberdar olmayan prenses ise bu duruma çok üzülmektedir.
Ancak kale de güzel prensesi korumaya yetmez. Saraydan gönderilen bir üzüm sepetinin içindeki yılan prensesi sokar ve prensesin ölümüne neden olur.

Şimdi yazarken farkediyorum da ilk gün ne kadar uzun yol yapmışız. Artık otelimize dönsek hiç fena olmaz herhalde.
Mersin Hilton'da, piyano eşliğinde havalı bir akşam yemeği... hehe :)  Hiç unutmuyorum, o akşam bir de Galatasaray'ın Trabzonspor  maçı vardı. 1-0 da galip gelince, oooohh değmeyin benim keyfime... :)
Artık mutlu mesut odama çekilip, mışıl mışıl uyuyabilirim.. Hakkımdır :))

bir sonraki bölümde görüşmek üzere,
sevgimle,
seckin.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Hafta Sonu Yedigöller'deydik... :) / 12-13 Kasım 2011

Ahmet pazar günü iş için yurt dışına çıkacaktı ama O henüz kapıdan çıkmadan, ben bacadan kaçarak cuma akşamından çıktım yola... :) Zührem çok sevdiğimiz dostlarımızla birlikte olacağımız bir Yedigöller kampı organize etmişti. Hem sonbahar renklerini tam olarak yakalayabilmek, hem de Yedigöller'i çok da kalabalık olmayan bir dönemde görebilmek için Kasım ortasını beklemiştik ama yine de bir çok grup bu hafta sonu Yedigöller'i seçmişti bizim gibi... Bu nedenle erken hareket edelim istedik ve Cuma akşamı saat 21.30 gibi çıktık İstanbul'dan yola.
Süleyman Kaptanımız, Mustafa ve Yeşim, Gülay ve Mehmet Yücebilgiç, Ülkü Ablam ve Reşat Abim, Nazo, Zührem, Barış,Ahmet Abim ve  yeni dostlarımız Melih, Ahmet, Natalie ile birlikte...

Çantalarımız olası yağmura karşı yağmurluk ve yedek kıyafetlerle dolu. Gerçi henüz bir kaç gün önce Yedigöller'e giden arkadaşlarımızdan aldığımız haberlere göre ortalık günlük güneşlikmiş... Olsun biz temkinliyiz her zamanki gibi ama hayat da tahmin edemeyeceğimiz sürprizlerle dolu tabii... :)))

Berceste'de küçük bir mola sonrasında gece saatlerinde Yedigöller yoluna girdik.
Zührem ile ben arkada yan yana oturuyoruz.
- Aaaa Zührem ne güzel kar atıştırıyor.
- Aaaa Zührem buralar bayağı tutmuş.
- Aaaa Zührem inanamıyorum yahu derken Süleyman Kaptan çekti arabayı kenara zincir takmak için... :)
Bir gezide ben olurum da atraksiyon olmaz mı?
Benim keyfim yine yerinde... Fotoğraf çekmek için attım dışarıya kendimi, hepimizin yüzü gülüyor ama Süleyman Kaptan'ın çektiği zorluğu gördükçe vicdan azabı çekiyorum.
Vicdan azabı çekiyorum çünkü bir önceki yazıda anlattığım Kanlıçay Macerasının da, sonrasında yaşadığımız bir çok maceranın da tek ortak noktası benim :))
Ancak sohbet sırasında anlaşıldı ki sorumluluğu Reşat Abim ile birlikte paylaşıyoruz bu sefer. Reşat Abim Zühre ile son konuşmasında kar yağmasını tercih ederim demiş, ve benim temiz kalpli abimin duası da kabul olmuş tabii... :)))))



Reşat ve Ahmet Abim...

Sevgili Gülay ve Mehmet Yücebilgiç...

Zincirler takıldı, yola devam... Ancak zorlukla ilerliyoruz. Zührem hem hasta, hem de daha önce yaşamış olduğu talihsiz bir kaza nedeniyle endişeli.
Derken zincir kırıldı ve yeniden durmak zorunda kaldık. Her ne kadar Süleyman Kaptan defalarca tamir ettiyse de olmadı. Araba bir kaç kez kayma tehlikesi geçirdi ve en sonunda günün ağarmasını bekleme kararı alındı.
Tüm bunlar olurken,  bir yandan durum değerlendirmeleri yapıyoruz,  bir yandan gülüyoruz, bir yandan kaptanımızın isteği doğrultusunda arabanın arkasına geçerek ağırlık yapıyoruz, beyler arabayı itiyor ancak birimizin hiç bir şeyden haberi yok... :))) Nazo uzanmış koltuğa mışıl mışıl uyuyor. :)

Havanın aydınlanmasıyla birlikte yola devam...



Ve saat sekiz civarı 1298 m. yüksekliğindeki Kapankaya Tepesi'ndeyiz...
Manzara inanılmaz, ekip muhteşem... Daha ne isterim ki...



Sevgili Barış...
Canım Ülkü Ablam ve Reşat Abim...



Yedigöller'e inmemizle birlikte sanki bir masalın içerisine girdik.. Sonbahar renkleri, yapraklar ve üzerlerini kaplayan ince bir kar tabakası :))
Ve kamp alanına gelir gelmez hemen çadırlarımızı kurduk.


Sevgili Barış, Nazo, Ahmet Abi sağolsunlar kahvaltı masamızı hazırlamışlardı bile...



Ooohh bir güzel de karnımızı doyurup, çayımızı içtikten sonra Nazan rehberliğinde gölleri dolaşmaya başladık. Şimdi büyüleyici manzaralardan örnekler:







 



Nazoo ağacın arkasında :)




















Nazooo :)





Göller turumuzun son durağı "Şelale Evi" oldu. Burda kimimiz sıcak çaylarımızı kimimiz sıcak çorbalarımızı yudumladık ama hepimizin aklında aynı soru vardı. Gündüz dahi bu kadar üşürken,  geceyi nasıl geçirecektik acaba? :) Zührem hemen B planına geçti, işletmeci ile konuştu ve sezon nedeniyle şu anda kapalı olan Kır lokantasında akşamı geçirmek için gerekli organizasyonu yaptı. Sohbet edip keyif yapabileceğimiz sıcak yuvamız saat 18.00 itibariyle hazır olacaktı... :))

Çadırlarımızın yanına vardığmızda kamp alanımıza komşularımızın gelmiş olduğunu gördük. Ve yemeğimizi yemek üzere arka taraftaki gölün yanına gittik. Bu sırada hava da kararmaya başlamış ve iyice soğumuştu artık. Sağolsunlar sevgili Barış ve Zühre sucuk partimiz için gerekli tüm alış verişi önceden eksiksiz yapmışlardı. Ahmet Abimiz ateşi yaktı, Süleyman Kaptanımız sucukları pişirdi, Barış dürümleri hazırladı ve biz de afiyetle yedik... :)) Tam bir ziyafetti gerçekten... Ellerinize sağlık dostlar...

Sevgili Barış ve Süleyman Kaptanımız....

Sevgili Melih...
Yemekten sonra artık sıcak yuvamıza gitme vakti de gelmişti. Zührem getirmiş olduğu sıcak su torbalarından bir tanesini sağolsun bana verdi. Mekana yürürken, su torbama bir sarılışım var ki insan ancak evladına bu kadar içten sarılabilir... he he :))

Veee şömine başında sohbet ve kahkahalar başladı. Reşat Abi'min güzel şarkıları... Ülkü Ablam, Zührem ve Mustafa başta olmak üzere hepimiz şarkılara eşlik ettik. Sevgili Semracım soğuk algınlığı nedeniyle biraz rahatsız olmasına rağmen, o güzel enerjisiyle bir kez daha bize horon öğretti. Bir dahaki sefere ben kendi adıma yine unutmuş olacağım ama olsun. En azından her seferinde tekrar öğrenebiliyorum :))
Bu sırada ziyafet devam etti tabii. Abur cuburlar, çay, kahve ve Nazo'nun gerekli teçhizatı getirmesiyle birlikte patlamış mısır keyfi... Nazo'nun, Süleyman Kaptan'ın mısır patlatma denemeleri ve Ahmet Abimizin muhteşem tekniği... Her şey o kadar keyifliydi ki gerçekten gülmekten karnım ağrıdı tüm gece.
Bu sırada ateşin başındaydık ama sıcaktan bunaldığımızı düşünmeyin sakın. Ateşin iki adım ötesi kutupları aratmıyordu. Bir teşekkür de sevgili Melih'e. Sağolsun odunları çevirerek ateşi sürekli canlı tuttu.




Biraz yanmışlar sanki ama olsun :)

Hepimizin keyfi yerindeydi ancak herkeste aynı korku. Allahım bu odunlar bitecek ve biz çadırlarımıza nasıl gideceğiz? 
Biz yine şanslıyız. Nazan ve Zühre ile birlikte 3 kişi kalacağımızdan ısınma ihtimalimiz daha yüksek. Ama yalnız kalacak arkadaşlarımız da var... 
Vee beklenen son gece saat 02.30'da geldi. Odunlarımız bitti ve çadırlarımıza dağıldık. Kendi adıma korktuğum gibi olmadı gece. Gerçi ayaklarım bir türlü ısınmadı ama kalkış saatimiz olan 08.00'e kadar mışıl mışıl uyudum.
Uyudum uyumasına da zor olan sıcacık tulumun içinden çıkıp toparlanmak oldu. 

- Barııııışşş çadırı biz içindeyken toplayıp arabaya koyabilir misin acabaaa? :)))






Çadırlarımızı topladık, güzelce kahvaltımızı ettik, grup hatıra fotoğraflarımızı çektirdik ve Sünnet Gölü yolundayız.
Zühre ve Barış bize güzel bir sürpriz daha hazırlamışlar. Sonbahar yapraklarına birer nazar boncuğu iliştirip hepimize hediye ettiler arabada... :))
Yolda sevimli bir mekan olan Hindiba Pansiyon'a uğrayarak çaylarımızı içtik ve saat 14.30 civarı Sünnet Gölü'ndeydik. Zühre'min elinden çikolata yiyen topçin tavşanlar, çılgın tavuklar ve Barış'ı göle inen merdivenlerin sonunda karşılayan kızgın kazlar... Çok güldük yine çooook.. Allah'tan kazlar kendilerine yeni kurbanlar buldular da biz de koşarak iskelede bir kaç fotoğraf çekebildik.







Göynük'e ulaştığımızda karınlar iyice acıkmıştı artık. Dooğru Paşazade Restoran'a... Daha önce Göynük'ü bir çok kez ziyaret ettiğimiz için sadece yemek molası.
Mantı mı yesem, sarma mı yesem diye düşünürken bi baktım ikisini de mideye indirmişim. :)) oohhh bi de ev baklavası. Değmeyin keyfime... :)







Ve saat 17.00'de dönüş yoluna çıktık. Küçük molalar sonrasında, bol uyku ile birlikte saat 20.15 gibi evdeydim.

Bu güzel hafta sonu için sevgili organizatörümüz Zühre'me, Süleyman Kaptan'ımıza, tüm yardımları için Barış'a, Nazan'a ve Melih'e, güzel kahkahalarımız için Ülkü Abla'ma, Reşat Abi'me ve Ahmet Abi'me, horon hocamız güler yüzlü Semracığım'a, sohbetleri ile sevgili Gülay ve Mehmet Yücebilgiç'e ve güler yüzleriyle Yeşim, Mustafa, Ahmet ve Natalie'e çok çok teşekkürler..
Bu hafta sonu da keyif bendeydi valla :)))

görüşmek üzere,
sevgimle,
seckin.