Sayfalar

14 Kasım 2011 Pazartesi

Hafta Sonu Yedigöller'deydik... :) / 12-13 Kasım 2011

Ahmet pazar günü iş için yurt dışına çıkacaktı ama O henüz kapıdan çıkmadan, ben bacadan kaçarak cuma akşamından çıktım yola... :) Zührem çok sevdiğimiz dostlarımızla birlikte olacağımız bir Yedigöller kampı organize etmişti. Hem sonbahar renklerini tam olarak yakalayabilmek, hem de Yedigöller'i çok da kalabalık olmayan bir dönemde görebilmek için Kasım ortasını beklemiştik ama yine de bir çok grup bu hafta sonu Yedigöller'i seçmişti bizim gibi... Bu nedenle erken hareket edelim istedik ve Cuma akşamı saat 21.30 gibi çıktık İstanbul'dan yola.
Süleyman Kaptanımız, Mustafa ve Yeşim, Gülay ve Mehmet Yücebilgiç, Ülkü Ablam ve Reşat Abim, Nazo, Zührem, Barış,Ahmet Abim ve  yeni dostlarımız Melih, Ahmet, Natalie ile birlikte...

Çantalarımız olası yağmura karşı yağmurluk ve yedek kıyafetlerle dolu. Gerçi henüz bir kaç gün önce Yedigöller'e giden arkadaşlarımızdan aldığımız haberlere göre ortalık günlük güneşlikmiş... Olsun biz temkinliyiz her zamanki gibi ama hayat da tahmin edemeyeceğimiz sürprizlerle dolu tabii... :)))

Berceste'de küçük bir mola sonrasında gece saatlerinde Yedigöller yoluna girdik.
Zührem ile ben arkada yan yana oturuyoruz.
- Aaaa Zührem ne güzel kar atıştırıyor.
- Aaaa Zührem buralar bayağı tutmuş.
- Aaaa Zührem inanamıyorum yahu derken Süleyman Kaptan çekti arabayı kenara zincir takmak için... :)
Bir gezide ben olurum da atraksiyon olmaz mı?
Benim keyfim yine yerinde... Fotoğraf çekmek için attım dışarıya kendimi, hepimizin yüzü gülüyor ama Süleyman Kaptan'ın çektiği zorluğu gördükçe vicdan azabı çekiyorum.
Vicdan azabı çekiyorum çünkü bir önceki yazıda anlattığım Kanlıçay Macerasının da, sonrasında yaşadığımız bir çok maceranın da tek ortak noktası benim :))
Ancak sohbet sırasında anlaşıldı ki sorumluluğu Reşat Abim ile birlikte paylaşıyoruz bu sefer. Reşat Abim Zühre ile son konuşmasında kar yağmasını tercih ederim demiş, ve benim temiz kalpli abimin duası da kabul olmuş tabii... :)))))



Reşat ve Ahmet Abim...

Sevgili Gülay ve Mehmet Yücebilgiç...

Zincirler takıldı, yola devam... Ancak zorlukla ilerliyoruz. Zührem hem hasta, hem de daha önce yaşamış olduğu talihsiz bir kaza nedeniyle endişeli.
Derken zincir kırıldı ve yeniden durmak zorunda kaldık. Her ne kadar Süleyman Kaptan defalarca tamir ettiyse de olmadı. Araba bir kaç kez kayma tehlikesi geçirdi ve en sonunda günün ağarmasını bekleme kararı alındı.
Tüm bunlar olurken,  bir yandan durum değerlendirmeleri yapıyoruz,  bir yandan gülüyoruz, bir yandan kaptanımızın isteği doğrultusunda arabanın arkasına geçerek ağırlık yapıyoruz, beyler arabayı itiyor ancak birimizin hiç bir şeyden haberi yok... :))) Nazo uzanmış koltuğa mışıl mışıl uyuyor. :)

Havanın aydınlanmasıyla birlikte yola devam...



Ve saat sekiz civarı 1298 m. yüksekliğindeki Kapankaya Tepesi'ndeyiz...
Manzara inanılmaz, ekip muhteşem... Daha ne isterim ki...



Sevgili Barış...
Canım Ülkü Ablam ve Reşat Abim...



Yedigöller'e inmemizle birlikte sanki bir masalın içerisine girdik.. Sonbahar renkleri, yapraklar ve üzerlerini kaplayan ince bir kar tabakası :))
Ve kamp alanına gelir gelmez hemen çadırlarımızı kurduk.


Sevgili Barış, Nazo, Ahmet Abi sağolsunlar kahvaltı masamızı hazırlamışlardı bile...



Ooohh bir güzel de karnımızı doyurup, çayımızı içtikten sonra Nazan rehberliğinde gölleri dolaşmaya başladık. Şimdi büyüleyici manzaralardan örnekler:







 



Nazoo ağacın arkasında :)




















Nazooo :)





Göller turumuzun son durağı "Şelale Evi" oldu. Burda kimimiz sıcak çaylarımızı kimimiz sıcak çorbalarımızı yudumladık ama hepimizin aklında aynı soru vardı. Gündüz dahi bu kadar üşürken,  geceyi nasıl geçirecektik acaba? :) Zührem hemen B planına geçti, işletmeci ile konuştu ve sezon nedeniyle şu anda kapalı olan Kır lokantasında akşamı geçirmek için gerekli organizasyonu yaptı. Sohbet edip keyif yapabileceğimiz sıcak yuvamız saat 18.00 itibariyle hazır olacaktı... :))

Çadırlarımızın yanına vardığmızda kamp alanımıza komşularımızın gelmiş olduğunu gördük. Ve yemeğimizi yemek üzere arka taraftaki gölün yanına gittik. Bu sırada hava da kararmaya başlamış ve iyice soğumuştu artık. Sağolsunlar sevgili Barış ve Zühre sucuk partimiz için gerekli tüm alış verişi önceden eksiksiz yapmışlardı. Ahmet Abimiz ateşi yaktı, Süleyman Kaptanımız sucukları pişirdi, Barış dürümleri hazırladı ve biz de afiyetle yedik... :)) Tam bir ziyafetti gerçekten... Ellerinize sağlık dostlar...

Sevgili Barış ve Süleyman Kaptanımız....

Sevgili Melih...
Yemekten sonra artık sıcak yuvamıza gitme vakti de gelmişti. Zührem getirmiş olduğu sıcak su torbalarından bir tanesini sağolsun bana verdi. Mekana yürürken, su torbama bir sarılışım var ki insan ancak evladına bu kadar içten sarılabilir... he he :))

Veee şömine başında sohbet ve kahkahalar başladı. Reşat Abi'min güzel şarkıları... Ülkü Ablam, Zührem ve Mustafa başta olmak üzere hepimiz şarkılara eşlik ettik. Sevgili Semracım soğuk algınlığı nedeniyle biraz rahatsız olmasına rağmen, o güzel enerjisiyle bir kez daha bize horon öğretti. Bir dahaki sefere ben kendi adıma yine unutmuş olacağım ama olsun. En azından her seferinde tekrar öğrenebiliyorum :))
Bu sırada ziyafet devam etti tabii. Abur cuburlar, çay, kahve ve Nazo'nun gerekli teçhizatı getirmesiyle birlikte patlamış mısır keyfi... Nazo'nun, Süleyman Kaptan'ın mısır patlatma denemeleri ve Ahmet Abimizin muhteşem tekniği... Her şey o kadar keyifliydi ki gerçekten gülmekten karnım ağrıdı tüm gece.
Bu sırada ateşin başındaydık ama sıcaktan bunaldığımızı düşünmeyin sakın. Ateşin iki adım ötesi kutupları aratmıyordu. Bir teşekkür de sevgili Melih'e. Sağolsun odunları çevirerek ateşi sürekli canlı tuttu.




Biraz yanmışlar sanki ama olsun :)

Hepimizin keyfi yerindeydi ancak herkeste aynı korku. Allahım bu odunlar bitecek ve biz çadırlarımıza nasıl gideceğiz? 
Biz yine şanslıyız. Nazan ve Zühre ile birlikte 3 kişi kalacağımızdan ısınma ihtimalimiz daha yüksek. Ama yalnız kalacak arkadaşlarımız da var... 
Vee beklenen son gece saat 02.30'da geldi. Odunlarımız bitti ve çadırlarımıza dağıldık. Kendi adıma korktuğum gibi olmadı gece. Gerçi ayaklarım bir türlü ısınmadı ama kalkış saatimiz olan 08.00'e kadar mışıl mışıl uyudum.
Uyudum uyumasına da zor olan sıcacık tulumun içinden çıkıp toparlanmak oldu. 

- Barııııışşş çadırı biz içindeyken toplayıp arabaya koyabilir misin acabaaa? :)))






Çadırlarımızı topladık, güzelce kahvaltımızı ettik, grup hatıra fotoğraflarımızı çektirdik ve Sünnet Gölü yolundayız.
Zühre ve Barış bize güzel bir sürpriz daha hazırlamışlar. Sonbahar yapraklarına birer nazar boncuğu iliştirip hepimize hediye ettiler arabada... :))
Yolda sevimli bir mekan olan Hindiba Pansiyon'a uğrayarak çaylarımızı içtik ve saat 14.30 civarı Sünnet Gölü'ndeydik. Zühre'min elinden çikolata yiyen topçin tavşanlar, çılgın tavuklar ve Barış'ı göle inen merdivenlerin sonunda karşılayan kızgın kazlar... Çok güldük yine çooook.. Allah'tan kazlar kendilerine yeni kurbanlar buldular da biz de koşarak iskelede bir kaç fotoğraf çekebildik.







Göynük'e ulaştığımızda karınlar iyice acıkmıştı artık. Dooğru Paşazade Restoran'a... Daha önce Göynük'ü bir çok kez ziyaret ettiğimiz için sadece yemek molası.
Mantı mı yesem, sarma mı yesem diye düşünürken bi baktım ikisini de mideye indirmişim. :)) oohhh bi de ev baklavası. Değmeyin keyfime... :)







Ve saat 17.00'de dönüş yoluna çıktık. Küçük molalar sonrasında, bol uyku ile birlikte saat 20.15 gibi evdeydim.

Bu güzel hafta sonu için sevgili organizatörümüz Zühre'me, Süleyman Kaptan'ımıza, tüm yardımları için Barış'a, Nazan'a ve Melih'e, güzel kahkahalarımız için Ülkü Abla'ma, Reşat Abi'me ve Ahmet Abi'me, horon hocamız güler yüzlü Semracığım'a, sohbetleri ile sevgili Gülay ve Mehmet Yücebilgiç'e ve güler yüzleriyle Yeşim, Mustafa, Ahmet ve Natalie'e çok çok teşekkürler..
Bu hafta sonu da keyif bendeydi valla :)))

görüşmek üzere,
sevgimle,
seckin.